Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. Kalın, Hitit Üniversitesi tarafından düzenlenen “Gençlerle Söyleşi” programına katıldı.
Meslek Yüksekokulları Kampüsü Ethem Erkoç Konferans Salonu’nda düzenlenen programın açılışında konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Ali Osman Öztürk, Hitit Üniversitesi’nin 2006 yılında kurulan ve Çorum’un dinamiklerine ayak uydurmuş genç bir üniversite olduğunu söyledi.
Üniversite olarak, Çorum’un dinamiklerine göre en uygun alanda ihtisaslaşma yönünde çalışmalar yürüttüklerini anlatan Prof. Dr. Öztürk, “2020 yılından itibaren YÖK’ün “Bölgesel Kalkınma Odaklı Misyon Farklılaşması ve İhtisaslaşma Projesi” kapsamında ihtisas alanı “makine ve imalat teknolojileri” olarak belirlenen tek üniversiteyiz. Bu ihtisas alanımız kapsamında araştırma geliştirme çalışmalarımızı sürdürüyoruz” dedi.
Prof. Dr. Öztürk, Hitit Üniversitesi olarak gençlere yönelik de önemli çalışmalar yaptıklarını, bunlardan birinin de “Gençlik Söyleşileri” olduğunu belirterek şunları söyledi:
“Gençler toplumumuza, önümüzdeki yıllar için yön verecek dinamik arkadaşlarımız. Gençlerimizi daha iyi anlamak, gençlerimizle daha fazla diyalog ortamını kurmak ve onlara ilham vermek üzere gençlik söyleşileri programını bu yıl başlattık. İlkini Dünya Etnospor Konfederasyonu Başkanı Sayın Necmettin Bilal Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirmiştik. Bugün de sizleri aramızda görmekten büyük şeref duyduk. Değerli fikirlerinizi, arkadaşlarımızla buluşturabilme imkanını bizlere tanıdığınız için de teşekkür ediyorum.”
Daha sonra, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. İbrahim Kalın, “Barbar, Modern, Medeni: Çağın Anlamı Üzerine Düşünmek” konulu konuşma yaptı.
Akıl, dil, zeka, analiz kabiliyeti, erdem ve özgürlüğün, iyi ve doğru kullanılmasının önemini anlatan Kalın, “Çağı okurken, çağın bunlarla ne kadar irtibat kurabildiği üzerine kafa yormamız gerekir” ifadesini kullandı.
Modernitenin vaatlerinden birisinin “özgür birey ve rasyonel toplum” inşa etmek olduğuna işaret eden Kalın, şöyle konuştu:
“Yani sorunlarını anlaşarak, müzakere yoluyla, barışçıl yollarla çözecek, elde etmek istedikleri için de zorla, zorbalıkla değil karşı tarafı ikna ederek, anlaşarak bir toplumsal yapı inşa etme vaadi söz konusuydu. Özgür bireylerin kurduğu bu toplum, üretken verimli bir sosyoekonomik düzen kuracak ve bu bütün dünyaya barış ve huzur getirecek vaadinde bulunuyordu fakat gerçekliğin, yaşanan pratiğin bundan çok farklı olduğunu gördük. Avrupa emperyalizmi, kolonyalizm, oryantalizm, Avrupa merkezcilik ve bununla beraber gelen yıkım, son 200 yıldır dünyamıza çok büyük maliyetler üretti. İki dünya savaşı, insanlığın gördüğü en kanlı savaşlar oldu. Bugün dünyamızda karşı karşıya kaldığımız salgınlar, biyolojik savaşların, kimyasal silahların, kitle imha silahlarının temelleri maalesef bu dünya savaşlarında atıldı.”
“Aklınıza gelen her şeyi yapmak, özgürlük değildir”
Modernitenin en önemli vaatlerinden, üzerindeki her tür vesayetten kurtulmuş özgür bireyin ortaya çıkıp çıkmadığının sorgulanması gerektiğini vurgulayan Kalın, şunları kaydetti:
“Özgürlük derken, modern batılı düşünürler, ağırlıklı olarak insanın yeryüzündeki serüvenine istikamet kazandırmış olan tarih gibi, din gibi, gelenek gibi, aile gibi yapıların ortadan kalkıp, onun yerine tamamen akli ilkelere dayalı, yani bireyin kendi özgür, şahsi, akli melekeleriyle ortaya koyduğu yapıların yönlendirdiği bir insan anlayışından bahsediyorlardı. Özgürleşmek demek bir anlamda tarihin, geleneğin, dinin, metafiziğin onlara göre yükünden kurtulmak anlamına geliyordu. Oysa özgür olmak demek, her tür sınırlardan kurtulmak ve insanın aklına yahut nefsine hoş gelen her şeyi istediği gibi yapabilmesi demek değildir. Dolayısıyla belli bir istikamete doğru giderken siz aklınızı ve erdeminizi, ahlakınızı kullandığınız oranda özgürleşebilirsiniz. O yüzden Türkçede özgürlük kelimesi de 'özü gür' olmakla ilişkilendirilerek türetilmiştir. Özgür olmak, insanın özünün gür olması demektir. Özünüzü gür yapan, yani sizin aslınızı, cevherinizi güçlendiren şeyi yaptığınız oranda özgürsünüz. Aklınıza gelen her şeyi, nefsinize hoş gelen her şeyi yapmak demek, özgürlük demek değildir. O ancak insanın özgürlüğünü hoyratça kullanması ve tüketmesi anlamına gelir. Özgür olmak demek aynı zamanda vazgeçmek demek. Yaptığınız tercih çerçevesinde bir hedefe odaklanmak ve belli şeylerden de vazgeçmek anlamına geliyor. Çünkü özgürlük, insanın aklı ve iradesiyle kendini gerçekleştirme eylemidir."
“Bizim geleneğimize göre özgürlüklerimizden vazgeçmeden anlamlı hayat yaşamak mümkün”
Kalın, insanın anlamı, erdemi ve ahlaki değerleri ortadan kaldırmadan özgür olabileceğine işaret ederek, şöyle devam etti:
“Modernitede, kişinin tercihlerinden sonra hayatında anlam krizi, bir tatminsizlik, hiçlik, yokluk duygusu varsa, yokluk hayatını tanımlayan ana kavram haline geldiyse, bunun sorumluluğunu da üstlenmiyor. Dolayısıyla Hegel ile birlikte modern düşüncede özgürlük ile anlam arasında bir ters ilişki ortaya çıkıyor. Özgür olacaksanız anlamdan vazgeçiyorsunuz, anlamlı bir hayat yaşamak istiyorsanız özgürlüklerinizden vazgeçiyorsunuz. Bunun bir sahte ikilem olmasını söylememin sebebi ise şu; aslında bizim geleneğimiz özgürlüklerimizden vazgeçmeden anlamlı bir hayat yaşamanın mümkün olduğunu söylüyor. Aynı anda hem özgür hem anlamlı bir hayat yaşayabiliriz. Bilim devriminden itibaren, Fransız İhtilali ve diğer büyük dönüşümlerle birlikte, özellikle pozitivizm ve fizikalizmin yayılmasıyla birlikte Batı düşüncesinde hakim olan genel eğilim, evrenin zati bir anlamının olmadığı, anlamı insan zihninin üretip ona atfettiği, giydirdiği bir çerçeve olduğu fikridir. Eşya, varlık, madde, alem kendi başına anlamı olan bir şey değildir. Anlam bizim zihnimizin üretip eşyaya giydirmeye çalıştığı bir örtüdür, yahut bir vasıftır. Aleme baktığım zaman kendi zatında anlamlı olan bir şey değil ancak benim zihnimin anlamlandırdığı bir yapıyı görüyorum fikri, bir tarafıyla Kant ile birlikte ortaya çıkan bir düşünce anlayışı ama daha popüler hale gelmesi August Comte türü materyalizmle birlikte giderek yayılıyor. Dolayısıyla anlam modernitenin tanımladığı, özgür bireyin inşa ettiği bir şey haline geliyor. Bu da sorgulanması gereken önemli iddialardan bir tanesi."
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Öğrencilerimizin Sorularını Yanıtladı
Programda soruları da yanıtlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. Kalın, “Açık Ufuk” kitabında ele aldığı akıl ve ruh sağlığını korumak meselesiyle ilgili gençlere sosyal medya labirentleri ve bilgi çağı toplumunda yaşanan bilgi bombardımanı karşısında ne tür tavsiyelerde bulunabileceği yönünde yöneltilen bir soru üzerine, şöyle konuştu:
“Nasıl bedensel temizliğe, sağlığa dikkat ediyorsak, aynı şey zihnimiz için de geçerli. İnsan, aklını kötü şeylere karşı nasıl koruyacak? Nasıl bedenimizi zehirleyebilecek, öldürebilecek, hasta edebilecek bakteriler, virüsler varsa zihni dünyamızı da hasta edecek, kirletecek zararlı şeyler mutlaka vardır. Bunların ne olduğuna nasıl karar verebileceğine dair de bir tasavvurunuzun olması lazım. ‘Sizin için gerçekleşmesini istediğiniz şey nedir’ sorusunu kendimize sormamız lazım. Hadis olarak rivayet edilen söz vardır, ‘faydasız ilimden Allah’a sığınırım.’ Ben yıllardır düşünürüm, bu söz üzerinde. Kendinize hedef olarak koyduğunuz anlam ve özgürlük dünyasına gideceğinize yine sizin karar vermeniz gerekiyor. Tolstoy’un zannediyorum, çok güzel tasviri var, bir dostunuz fiziksel hastalığa yakalandığında onu tedavi etmek için elimizden gelen her şeyi seferber ederiz, doktor ararız, ilaç getiririz, yanında dururuz ama bir dostumuz zihinsel veya manevi sıkıntıya düştüğünde hepimiz oradan uzaklaşmayı tercih ederiz. Halbuki o dönemde dostuna, arkadaşına zihinsel, ruhi, kalbi manada sahip çıkmamız gerekir. Hangi fiziksel ortama girdiğinize nasıl dikkat ediyorsanız, hangi zihinsel ve ruhi dünyaya girdiğinize dikkat etmeniz ve oralarda seçici olmanız gerekir.”
“Avrupa merkezciliğine en güçlü itirazlar yine Avrupa içinden geldi”
Kalın, bir öğrencimizin, “Kendilerini medeni olarak dünyaya pazarlayan batılıların, birçok ülkede özellikle İslam coğrafyasındaki savaşların, krizlerin ve yoksulluğun yaşanmasının da en büyük sebebi olduğunu biliyoruz. Böyle bir çelişkiye düşen Batı, aynı zamanda İslamafobinin de ortaya çıkış nedeni. Türkiye ise kriz bölgelerinde istikrarın, barışın sağlanmasına yönelik faaliyetlerde öne çıkıyor. Buna rağmen dünyada son yıllarda İslamafobinin çok ciddi bir şekilde yayıldığını görüyoruz. Bu paradoksal durumu nasıl analiz ediyorsunuz? İslam coğrafyasının Batı kaynaklı makus talihini değiştirmek mümkün mü?” şeklindeki sorusu üzerine de şunları söyledi:
“Batı toplumlarının belli kesimleri, tamamı da değil, kendi kimliklerini inşa edebilmek, bir konum belirleyebilmek için bir ötekine ihtiyaç duydular. Soğuk savaş döneminde bu Komünizmdi. Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte özellikle 90’lardan sonra İslamafobi meselesinin giderek siyasal bir proje haline geldiğini görüyoruz. Müslümanları ötekileştirerek, terörle, şiddetle, gericilikle yobazlıkla, baskıyla ilişkilendirerek aslında ihtiyaç duydukları ötekini ortaya koymaya çalışan bir zihin yapısının olduğunu görüyoruz. Buna niye ihtiyaçları var? Mevcut politikaları meşrulaştırmak için. Gittikleri yerlerdeki tasarruf ve tahakkümlerini temellendirebilmek için buna ihtiyaç duyduklarını düşünüyorlar. Batı toplumlarının bir kısmı dedim. Buna, Batı içinden de gelen çok ciddi itirazlar var. Bizim o itirazlara da kulak kabartmamız lazım. Avrupa merkezciliğini eleştiren, oryantalizmi eleştiren, batı içinden gelen çok güçlü itirazlar da var. Bizim o literatürü okumamız, o tartışmaları da doğru takip etmemiz lazım ki biz tersinden bir oryantalizm tuzağına düşmeyelim. Nasıl batıya bizi oryantalize ettiği için kızıyorsak biz de batıyı oksidantalize etmemeliyiz. Yani monolotik bir şekilde bunların hepsi bir, aynı gibi bakmamalıyız. Nüansları, farklılıkları, farklı renkleri, dokuları, gölgeleri, ışıkları görebilmeliyiz. Avrupa merkezciliğine en güçlü itirazlar yine Avrupa içinden geldi bugüne kadar. Gelmeye de devam ediyor.”
“Çin tehdidi artarak yükselmeye devam ederse belki İslamafobi siyasal tehdit unsuru olarak geri plana çekilecek”
“İslamafobi, bir siyasal araç olarak kullanılıyor” diyen Prof. Dr. Kalın. Sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kullanılmaya devam edilecek önümüzdeki yıllarda, büyük ihtimalle. Bu biraz da Çin’in ne kadar tehdit algısı haline geleceğiyle ilgili. Önümüzdeki on yıllarda göreceğiz hep birlikte. Eğer Çin tehdidi artarak yükselmeye devam ederse belki İslamafobi bir siyasal tehdit unsuru olarak geri plana çekilecek, Çin öne çıkacak. Reel olarak, objektif olarak baktığınız zaman ben 90’lı yıllardan beri hep şunu görüyorum; öyle bir tablo çiziyor ki bu İslamafoblar, sanki dünyanın orduları, en büyük ekonomileri, en büyük siyasi gücü İslam dünyasında ve bunlar gelip bütün batı dünyasını istila edecekler. Tablo tam tersi değil mi? Dünyanın en büyük orduları nerede? En büyük ekonomileri nerede? Terörizm ise mesele, evet bireysel olarak ya da örgüt olarak terör örgütleri var mı, var, bunları biz sonuna kadar kınıyoruz. Bunların hele ki bizim inancımızı bu şekilde esir almasına ben en büyük tepkiyi göstermek zorundayım. Benim dinimi bu insanların kirletmesine müsaade etmem.”
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, 30 Yıl Sonra, Sınıf Arkadaşıyla Karşılaştı
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. Kalın, halka açık olarak düzenlenen söyleşi programının soru cevap bölümünde, 30 yıl önce aynı üniversitede eğitim gördüğü sınıf arkadaşı Ayşe Yaz ile karşılaştı. Programın soru cevap bölümünde söz alan Yaz, Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kalın’ın, 1988-1992 döneminde aynı üniversiteden sınıf arkadaşı olduğunu belirterek, “Üniversite yıllarında elinden kitabı hiç eksik görmediğim, konuşmaya başladığı zaman bütün arkadaşların etrafında dinlediği, sınıf arkadaşım İbrahim Kalın’ı burada 30 yıl sonra dinlemekten büyük onur duydum” dedi. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, “Çok teşekkür ederim, çok güzel büyük tevafuk oldu” ifadesini kullandı.
Programda, daha sonra Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Prof. Dr. İbrahim Kalın’a, Çorum Valisi Mustafa Çiftçi ve Rektörümüz Prof. Dr. Ali Osman Öztürk plaket takdim etti.